Rahmetli Bahri Amca “Geçmişini unutan, geleceğe yan bakar evlat” diyerek anlatmaya koyuldu: Sünni-Alevi-Ermeni vatandaşlarımızın dostlukla yaşadıkları üçken, Battal-Sarınınören ile Karabıyık Köyleri’ydi. Delice Irmağı’nın iki yakasına yerleşmiş görünümündeydiler. Sevgiyi paylaşmak için çırpınan ve bunu başarmanın mutluluğunu ellerinden bırakmayan imam-dede-keşiş dayanışması her haliyle gözlemleniyordu. Tefrikanın henüz giremediği bakir toprakların harmanında, hasadında karşılıksız yardımın doyumsuz hazzını yaşamak, düğünde, bayramda, cenazede, yortuda birbirlerine destek vermek ve hediyeleşmek ne güzeldi. Uzun kış gecelerinde köyden köye yatıya gidilirdi. Çocuklara dostluğun devamı için: “Babalarınızın arkadaşlarını ziyaret etmeyi sakın ihmal etmeyiniz!” öğütleri, latifenin incitmeyen inceliğiydi. Hz. Ali, Köroğlu, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin hikâyeleriyle süslü akşamlar hatırlanası anılar arasındaydı. Gün geldi yollar mı yoruldu, o insanların bedenleri mi yoksa? Karabıyık Köyü’nün keşişi yatağa yaslanmak zorunda kaldı. Hastalık haberini alanlar üzülerek geçmiş olsuna geldiler. Daha kiviyi görmeyen, muzun tadını askerde alan bağrı yanık, alçakgönüllüler kuru et, süt, peynir, kara üzüm ve çir koydular çıkınlarına. Evin hanımına tevazuuyla selam verip heybelerini bir kenara bırakırlarken, hasta yatağının ucuna ilişiverdiler usulca. Gelenlerin arasında dosttan öte akrabalar da vardı. Kötü haberi duyan birkaç aklıevvel, kendi aralarında karar vererek elleri boş, dileri dolu yola düştüler. Temennilerden iyi dileklerden sonra göz göze gelip birisi lafı aldı: “Keşiş Efendi, son yolculuğa çıkmak üzeresin kelimeyi şahadet getir” demesin mi? Hasta, “lüzumsuz yenge gelinden önce yatarmış” sözünü hatırlamış olmalı ki yastığından başını kaldırdı gülümseyerek; “Topal Hafız gibi ben Müslüman olamam, sizin gibi de ben olmam” diyerek boşluğa bakakaldı. Bahri Amca o günleri anlatırken sanki yaşıyordu. Biliyordum ki buğulu gözlerinde hala geçmişin özlemi vardı. Dostluğun kıymetini ancak yaşayanlar bilirdi elbette ki. Mecnun Nifak girdi aklım ile arama Hedefsiz maksatsız yürür Özcan’ım Ömür boyu tuz bağladım yarama Sargılar içinde çürür Özcan’ım Gözlerim pusula ayağım dümen Dolanır üstümde alaca duman Huzursuz döşeğe edince aman Düşleri peşinden sürür Özcan’ım Örtünür geceyi daha uyanmam Mecnun’um ya sahralara dayanmam Gül dağıtır has kokuya boyanmam Uzatıp ellere verir Özcan’ım Şaşkınım seçemem hayırdan şerri Çabalar dururum beşikten beri Tutuşur kalbimin en güzel yeri Göğüne göğüne erir Özcan’ım Can dediğim kısmetimi alır da Çıtım çıkmaz boynum bükük kalır da Köşelerde garip mahzun ölür de Sevgide hayatı görür Özcan’ım |
YUSUF ÖZCAN'IN YENİ ŞİİRLERİ
İstemem Eğer verecekse yar kendi versin Doktordan tabipten ilaç istemem Şerbet olur diye zakkum göndersin Gönül soframıza güllaç istemem Zehiri şerbete kendisi katsın Bahtımın güneşi batarsa batsın İsterse dağlardan aşağı atsın Pamuktur can bağım hallaç istemem Bırakın bu yürek açıkta kalsın Çıkarman yukarı göçükte kalsın Yakasız gömleğim buçukta kalsın Saracak kolları kulaç istemem Nasılsa bir ölüm bir cana haktır Yürek param parça neylesin doktor Dağıldı katarım kılavuz yoktur Yeşilbaş ördeği turaç istemem Rüzgarın başına vurulmaz yular Uzansam tutmaya yıldızlar güler Gözlerim buluttur boşalır sular Islansın toprağım kıraç istemem İnadı daim yar verse fırsatı Şahlanır Öz canda sevdanın atı İnşallah Yaratan kesmez takatı Yürürüm yollarda araç istemem. Sevdam Namusumdur Ben kanımla senet yazdım Nadanlar kefil demişler Aşkın düğümünü çözdüm Ağyarlar sefil demişler Sevdam benim namusumdur Hem belleğim hem usumdur Hasret odu kabusumdur Bilmezler gafil demişler Güç verip de benliğime Sabır
Yorumlar