Kayıtlar

2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bahriyeli

BAHRİYELİ Sen benim en büyük hatam Belki de tek yanlışımsın Bülbüllü güllü şiirler yazmam Hasret türküleri dinleyip “OF” çekmem senin için. Mavili yeşilli şarkılarıyla Cıvıl cıvıl renkleri var Sanırdım dünyanın. Bu da benim aykırılığım işte. Gönül pazarında Ucuza gitmiş duygularım. Ne olurdu Bir akıldanem bir rehberim olsaydı Yapma be gardaş etme be gardaş Sen ucuz adam değilsin deseydi. Hasret gecelerinde Maviye türkü yakmasaydım Dönüp dönüp gök yüzüne bakmasaydım Yeni geliyor aklım başıma Geleceğim der gibi Bir ara izinsiz gitmişti ya. Bundan böyle Kan kırmızıya Ateş dağına Kül rengine Kurşun moruna şiirler yazacağım Ela gözlüm Ay bakışlım türkülerine inat Senin gezmediğin yerleri gezeceğim Bulabilirsem şayet. Hayatımın tek yanlışısın Sohbet etsem sen Yazı yazsam sen Yesem sen içsem sen Başımın belası mısın Nesin sen Dün Bahriyeli Ali ile Şurdan burdan konuşup İki tek atalım dedik Deniz dedi seni Liman dedi kollarını düşündüm Gemi d

TAHTALI KÖY TACİRLERİ

Tahtalıköy tacirleri Allah dostlarının sohbetinde bulunmak, kâmillerin öğüdünü tutmak, türbe ve kabir ziyaretleri, manevi haz verdiği gibi inançları güçlendirir elbette. Tabii ki alınan dipnotlar çıkarılan derslerle bütünleştirilse. Merhamet duygularının galebe çaldığı kutsal günlerde, inananların zaaflarından istifade etmesi daha kolaydır. Hemen hemen çoğunluk buna müsaittir. Gerçi “devenin gönlü olursa hamuta boynunu uzatırmış.” Bu yüzden de Rahmeti Rahmana kavuşmuş kişilerin, ikametgâhları yanıbaşında dükkân açan “tahtalıköy tacirleri”, esnaflığına aleni devamda bir beis görmemektedirler. Rafları üfürük, tükürük, çaput, mum, kurşun, üzerlik, kıl, tüy, hazır hatim, bitirilmiş mevlidi şerif gibi sermayesiz mallarla donandığından iflasları asla mümkün değildir. Saf ve alık müşterilerin biri gitmeden, diğeri kendisi gibi bir sürü sersem getirir. İslam’da, her türlü fal, tütsü, nefes, benzer şeyler dökmek/döktürmek, ölü veya diriden medet ummak kesinlikle haram ve yasaktır. Gaibi sadece

çamlık ve bir başka alem

YA SEN GELMEZSİN

BAKARSIN BİR AKŞAM YAR ÇIKAGELİR

Elleri boş dilleri dolu          Rahmetli Bahri Amca “Geçmişini unutan, geleceğe yan bakar evlat” diyerek anlatmaya koyuldu:           Sünni-Alevi-Ermeni vatandaşlarımızın dostlukla yaşadıkları üçken, Battal-Sarınınören ile Karabıyık Köyleri’ydi. Delice Irmağı’nın iki yakasına yerleşmiş görünümündeydiler. Sevgiyi paylaşmak için çırpınan ve bunu başarmanın mutluluğunu ellerinden bırakmayan imam-dede-keşiş dayanışması her haliyle gözlemleniyordu. Tefrikanın henüz giremediği bakir toprakların harmanında, hasadında karşılıksız yardımın doyumsuz hazzını yaşamak, düğünde, bayramda, cenazede, yortuda birbirlerine destek vermek ve hediyeleşmek ne güzeldi. Uzun kış gecelerinde köyden köye yatıya gidilirdi. Çocuklara dostluğun devamı için: “Babalarınızın arkadaşlarını ziyaret etmeyi sakın ihmal etmeyiniz!” öğütleri, latifenin incitmeyen inceliğiydi.           Hz. Ali, Köroğlu, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin hikâyeleriyle süslü akşamlar hatırlanası anılar arasındaydı. Gün geldi yollar mı yoru

Ölüm hak yaşamak acı

Ölüm hak yaşamak acı          “Akı aka verip umdum karada/ Çığırdım çırpındım kaldım arada/ Kalleşler kancıklar en son murada/ Ere ere tükettiler ömrümü”          “Körü yara kıstırmak” özdeyişi, okkası-çekisi beş para etmeyenlerin hükümranlığını yâdıma düşürür, hayıflanırım ve saklı sancılarım şaha kalkar. Kötülerce köteklenen yiğidin, sırtında şaklayan kırbacın sesine karışan; “ah arkam ah!” feryadı yüreğimi parçalar.          Ormanların kralı kayadan düşmüştür, tenhada tedaviye çalışırken, kaplumbağa üstüne gelir. Aslanın naçarlığını fark eden kabuklu, kinayeli bir şekilde; “bizim torunlar ava çıkmıştı, yanlışlıkla sizi vurmasınlar sultanım!” diyerek tısılar. Aslan zar-zor yelesini kabartır; “ulan tosbağa, bu yara bana dokunmaz ama senin lafın öldürür” diyerek iç geçirir. Kahır Kururmuş dudağa bir damla suyu Vermeyen çeşmeler öldürür beni Çarmıha gerilir çıkrıkla kuyu Sızmayan eşmeler öldürür beni Körüklerde ham demirler yülenir Umucular dört köşeyi dolanır İt aklıdır dökülene yal

Hani nerede köroğlu

Hani nerede Köroğlu, nerede Mustafa Bey? Çığlığım yüreğime çarpıttıkça zorlanıyorum,  umut kayalarımdan fiskeler kopuyor. Anutçular, değnekçiler, şehir şakileri, sevdamdan da har(a)ç alınız bari, nasılsa cümlenize tık eden yok! Sokakta yürüyüşüm, yorulunca sekilenişim bile ücrete tabi sanki! Boş bulduğunuz aralığa, dönemeçli sokaklara çitil atın, kök salıp boylanmanız için ağır ağabeylerle, ağababalar vazifelerini ihmal etmezler, elbette! Babam Kır bıyık; “Ağca kızın ağusunu Karaca’sı alır” derdi. Hani nerede Köroğlu, nerede Mustafa Bey?  Şimdilerde Bolu’da çoğaldı, Bey’i de.            Akbabaların hengâmesi, şahinleri ürkütmez vallahi! Türedi tüccarlar, himayeli tacirler, göbeği kesik doğanlar, hazırcı oğlanlar,  ağzınızı şapırdatırken;“yuttuğunuz lokmalar, bir gün kursağınızdan çıkacaktır, hem de sıka sıka!” Meselimizde; Bar açan ortaklar, veresi vermemek için yemin ederler, birisinde sadece beş lira vardır, diğeri ise meteliksizdir. İlki bira ister ve ücretini hemen öder, sonra yer

AŞKIN ÖTESİNDE

Resim
YAZILMAMIŞ SENET OLDU GÖZLERİN    Yeşilin kahveye dönüştüğü gün    Asmalarda nimet oldu gözlerin    Yıldızlar yurdundan olunca sürgün    Şafaklara ziynet oldu gözlerin    Güneşin saçını yolup getirdin    Sabır ağacında meyve yetirdin    Kirpiğini yüreğime batırdın    Yazılmamış senet oldu gözlerin                                                                                           Sevda gergefinde hasret bilinir                                                                                        Gözyaşları gönül ile silinir                                                                                        Nar çatlar,gül açar,koza delinir                                                                                        Yaşanası cennet oldu gözlerin                                                                                                                                 Hiçbir adu vuslatına ermemiş