Türkülerimiz

(Türk'üz türkü çağırırız)
Türkülerimiz bazen bebek olur , "Aynalı beşiklerde sallanır." Bazen "Yemen yollarının çukuru",bazen "gurbet elden gelmeyen künye" olur. "Sarıkamış karlarına doksan bin gelinin umutları" olarak gömülür. Bazen coşar, kabına sığmaz "Atamızdan yadigar Bar" bazen "Gemilerde talim eden bahriyeli yar , Çamlıbel'de kar , Koç Köroğlu'nun altında kır" olur türkülerimiz.
Bazen de ince ve narinleşir ki:Katibimin setresi,pencerenin tül perdesi,sevgilinin mendili olur,sallanarak.
Türkülerimiz mutlaka bir doğum sancısı çektikten sonra hayata gelmiş ve dilden dile dolaşır olmuştur.Ben bu yazımda türkülerimizin dünyasına derinlemesine girmeden , Yozgat'ta atışma tarzında söylenmiş(mani tipi) türkülerimizden misaller vermeye çalışacağım.
Türk insanın duygu dünyası bir gül bahçesi gibidir.Bu bahçede gülde,bülbül de,çimen de yeşerir,ısırganda...
Yozgat insanı da bu bahçenin köşe taşlarından birisidir.Bunun doğruluğu dünde görülmüştür bugün de...
Geçim yükünü omuzlayan Yozgat'lı hanımına :
"Aşı buzağı aşı buzağı
Böğrüne vurular taşı buzağı
Erkek olsan çifte koşarlar
Haline şükret dişi buzağı"
dizeleriyle, sıkıntısını incitmeden ne güzel anlatmıştır.
Evlenme çağına gelen genç kız , çeşmede yarenlerine :
"Pınara testi koydum
Damla damla dolacak
Benim sevdiğim oğlan
Baş öğretmen olacak"
derken , köylerinden ilk defa bir öğretmen çıkacağını ve bu öğretmenin de kendi sevdalısı olduğunu , yüreğine saklayamamış , bülbül olup türkü türkü sakınmıştır ,güllere inat.
Kavgalarımız düşmana kanlı-bıçaklı iken , türkülerimizde bir tebessüm olarak gönüllere su serpmiştir.Aralarında kırgınlık olan iki gelinin, "Kanak" da çul-çabut yıkarken atışmaları dikkate değerdir.
Gelinin birisi:
"Terazi tutmam diyo
Zerdali satmam diyo
Ağanın torunu ya çarşafsız yatmam diyo"
derken ,hapisteki dayısının oğlu ile övünmüş, diğeri ise:
"Minareye taş atar
Hoca geldi mi diye
Gece camiya bakar
Birşey kaldı mı diye"
mısralarıyla , ceza evinde yatış sebebini ne güzel açıklamıştır.
Nişanlısını bir türlü görme imkanı bulamıyan delikanlı, kayınbabasının tandırın başında uyuduğunun farkına varmadan, gece yarısı bacadan bir kesek atarak geldiğini haber vermek istediğinde , keseğin tandır sacından çıkardığı sesten korkan, genç kızın ellerinden gergefi düşerken , iğnenin batışı yüreğini sızlatmış ve ay ışığında nişanlısının sırıtışını görünce , sinirlenip:
"Bismilahi mis atan
Kim ordan kesek atan
Eşşek misin ey eşşek
Kim ola şurda yatan"
diyerek , hem korkusunu hem de babasının uyduğunu nişanlısına haber vermiştir.
Analığın oburluğunu ve şefkatsizliğini , iki çocuğa dört haşlanmış yumurtayı , kendi adaletiyle dağıtışını da Yozgatlımız aşağıda görüleceği gibi:
"Şu ananız ağu ile dert yesin
Ardı sıra yarım yarım dört yesin"
beyitleriyle ne güzel ifade etmiştir
Türküler konuşurken susmak gerek.Susmak gerek ki, mana denizinin dalgaları sine içre limanları tatlı tatlı döğsün.
Hani şair ne dmiştir:
"Ben şiiri ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım".

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SÜRMELİ

ŞAİRİMİZİN ÖYKÜLERİ

YUSUF ÖZCAN'IN YENİ ŞİİRLERİ